Ön yargı, evrimsel geçmişimizin bize bıraktığı içgüdüsel bir miras, kaçamadığımız bir fikir yürütme tekniğidir. Bu yüzden hepimizde mevcut ancak sadece bazılarımız aklıyla içgüdülerinin önüne geçebilirken diğerleri maalesef geçemiyor. Evrimin birinci kuralı hayatta kalabilmektir. Bir canlı onu hayatta tutabilen tüm özelliklerini başka kuşaklara aktarabilir ve yine o kuşaklar da kendi ataları hayatta bu yönleri sayesinde kalabildikleri için yaşar ve yine bunları aktarırlar, buna bir nevi gelenek bile diyebiliriz. İşte ön yargı da vahşi doğada kimin düşman, kimin saldırgan, kimin veya neyin tehlikeli olabileceği konusunda bize çok önemli fikirler verir. Ön yargı hem canlılara hem de nesnelere karşı insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olduğu için bunca yıl sonra hâlâ atalarımız gibi ön yargılıyız. Tüm duyularımız, koklama (kötü koku diye bir şeyin olması, her ailenin kendine has bir kokusu olması), görme (hareketlerin yorumu, vücut dili okuma, renklerin canlılığı veya solukluğu, ten rengine ve genel görünüşe göre aileden olup olmama), dokunma ve duyma, hep bu ön yargıların oluşumunda aktif rol oynuyor. Elbette 21. yüzyıla geldiğimizde artık hangi bitkinin zehirli, hangi insanın düşman veya hangi hayvanın saldırmaya hazır olduğunu bilmenin bizim için hiçbir önemi kalmadı ancak ön yargılar bizi bu sefer de sosyal hayatın tehlikelerine karşı korumakta. Ön kabuller, peşin hükümler bizi sosyal anlamda, duygusal anlamda önceden tehlikelere karşı uyarma görevini üstlenmiş durumdalar. Tipini beğenmediğiniz biriyle alışveriş yapmama, (gözüm tutmadı) sürekli yalan söylediğini düşündüğünüz biriyle romantik ilişki veya arkadaşlık kurmama veya kurulmuşsa da yol yakınken vazgeçme gibi örnekleri sınırsızca çoğaltılabilecek birçok şey ön yargının pragmatik doğasını gözler önüne seriyor.
Yazımda şu cümleye gelene dek ön yargı oldukça işe yarar gözükse de, bu durumdan son derece muzdarip biri olarak ön yargılı olmayı savunacak ve kabullenebilecek biri değilim. Sezgilerimiz, içgüdülerimiz elbette hayatımıza etki edebilirler ancak insan, hayvan değildir ve sadece içinden gelen güdülerle hareket etmez, Aklı, mantığı ve dahası ahlakıyla davranışlarına karar verir. Ahlak burada oldukça önemli bir husus çünkü bir insana karşı bu denli peşin hükümlü olmanın ahlaki bir davranış olduğuna da katılmıyorum. Bunun başlıca sebebi ise insanların günümüzde bir konu hakkında “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olmalarındandır. Karşımızdaki insanın en ufak hareketinden, sözünden büyük anlamlar çıkarıp o ve onun hayata bakışı, hatta onun gelecekteki bir durumda bulunacağı davranış hakkında kehanette bulunmak affedilebilir değildir. Çünkü her insanın zihni kendine özel filtreler içerir. Herkesin geçmişi tamamen kendine özgü, zevkleri farklı ve dünyaya bakışı tamamen kendine aittir. Garip olan bir diğer şey ise çoğu insan dünyayı herkesin kendisinin gördüğü gibi algıladığını veya anlaması gerektiğini zanneder, özellikle ön yargı kompleksi olan insanlar. Bu sebeple başka algılar ona garip ya da düşmanca gelir, tartışma ve kavgaların çoğu bu sebeple ortaya çıkar. Akıllı insan bu durumun farkındadır. Bu sebeple herkesin algısını hoş görmeye ve anlamaya çalışır ama kendi özgünlüğünü de korumayı ihmal etmez. İnce çizgidir ve çoğu insana zor gelir bu zihnine vurulan at gözlüğünü çıkarabilmek. Çıkarabilmenin de temel raconlarından (kurallarından) birisi de empati kurabilmek. Empati de bir diğer yazımızın konusu ne de olsa, onun için de uzun uzun konuşuruz.
Hayvanları koru,
Doğayı sev,
Kendine iyi bak.

Yorum bırakın