VAROLUŞSAL PROBLEMLER: #2 EMPATİ YOKSUNLUĞU

Empati yani eşduyum ya da duygudaşlık, bir başkasının, bir nesnenin duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kısacası kendini karşısındakinin yerine koyup, onun hissettiklerini anlamaya çalışmakta denilebilir. Empatiyi “Varoluşsal Problemler” serimize konuk olacak kadar ünlü yapan şey ise insan ilişkileri esnasında pek kullanılmamasıdır diyecektim ki orada bir durayım. Empati dediğimiz kavram gerçekten de bize ve içinde bulunduğumuz insan ilişkilerine bu kadar uzak mı acaba, gelin beraber bir göz atalım.

Yazımın başlangıcı gayet uzak olduğunu gösterse de empati büyük bir yer kaplıyor hayatımızda. Farkında olmadan sürekli kullandığımız, bu sayede hayatı daha yaşanılır hale getiren bir özelliğimiz empati. Karşımızdaki üzgünse biz de üzülürüz, mutluysa biz de seviniriz. Bütün bunları “dur kendimi şunun yerine koyayım da neler hissettiğini anlayayım” diye düşünmeden, bir çırpıda yaparız. Korku filmi izlerken korkup, macera filminde heyecanlanmamızın nedeni, kendimizi ister istemez filmdeki kahramanın yerine koyuyor oluşumuzdur.
Komedi filmlerini yalnız izlerken sadece gülümseyip, kalabalık içinde izlerken tabiri caizse “anıra anıra” gülmemiz de hem sosyal bir varlık oluşumuzla hem de o sırada gülmekte olan bir sürü insan arasında bulunmamızla açıklanabilir. Anne babaların çocuklarına yemek yedirirken kendi ağızlarını da açmaları, limon yiyen birini gördüğümüzde yüzümüzü buruşturmamız da empati kaynaklıdır. Peki ya bu kadar hayatın içinden bir kavramı biz neden insan ilişkilerinde kullanamıyoruz? Karşımızdaki üzgünken bizde üzgün olabiliyoruz, filmdeki karakter korkuyorsa bizde korkabiliyoruz ama neden ikili ilişkilerde bunu kullanamıyoruz neden?

Cevabı aslında çok basit. Empati, her ne kadar kendini başkasının yerine koymak anlamına gelse de, kimse kimsenin yerine kendini koyamaz. Sadece yaşanan olay kendisinin başına gelseydi ne hissedeceğini, ne düşüneceğini ve ne yapacağını söyler, düşünür. Bu demek değildir ki karşısındaki insan da öyle hissediyor, düşünüyor, yapıyor. Çünkü bir durum karşısında sergilediğimiz tavırlar duruma göre değil, edindiğimiz hayat tecrübesine, karşımızdakine verdiğimiz değere ve kişiliğimize göre fazlasıyla değişiklik gösterir. Tabii birazcıkta şapkayı önüne koyup düşünebilmeye..

Eski zamanlarda insanlar şapka ve benzeri giyeceklere (artık günümüzde pek aldırış edilmese de) birer saygınlık göstergesi olarak bakılırdı. Kişilere kullandıkları şapkalara büyük bir ihtimam gösterilir, özellikle belirli makam ve mevkideki insanlar giydikleri şapkaları titizlikle seçerlermiş. Firavunlardan şahlara, osmanlı padişahlarından avrupalı krallara, vahşi korsanlardan duraksız seyyahlara kadar, başa takılan bu aksesuarlar kazanılmış yahut arzulanan bir itibarı simgelermiş. Bu yüzden “şapkayı önüne koyup düşünmek” deyişi, herhangi bir konuda karar vermeden önce makam, mevki ve itibarı bir kenara koyup, bütün kazanılmışları ayırt ederek düşünmek anlamına gelir. Günümüze uyarlarsak bu, kendi fikirlerini, düşüncelerini, ön yargılarını bir kenara bırakıp karşıdakinin ne hissedip düşündüğüne odaklanma sanatıdır. Her insanı eşit sevip değer veremezsiniz. Hepsinin bir sınırı, bir üst limiti vardır. Empati kurup şapkanızı önünüze alabilmenizle verdiğiniz değerle tamamen doğru orantılıdır. Günümüzde çok okumamak ve umursamaz olmak etkenleri yüzünden bir hayli azalsa da empati insan olmaktan çok “insan olabilmenin” en önemli etkenlerinden birisidir. Yazımı da bu doğrultuya özet olarak geçtiğim bir beşlikle tamamlamak istiyorum.

Beni koruyan aklım,
Aklımı koruyan başımdır.
Başımı koruyan şapkam,
Şapkamı koruyan itibarımdır.
İtibarımı koruyan da empati kurabilmemdir.

Hayvanları koru,

Doğayı sev,

Kendine iyi bak.

Yorum bırakın