‘’Toss a coin to your witcher’’
Selamlar D.O.F.T. okurları. Bugün bir klasik, bir başyapıt, zamanın, çağın, sınırların ötesine geçmiş bir oyunu inceleyeceğiz. Aslında incelemeyeceğiz, ben düşündüklerimi söyleyeceğim siz de okuyacaksınız sonuçta bunlar benim kişisel düşüncelerim ve insanların düşünce hakl… Tamam pardon. Bugün inceleyeceğimiz daha doğrusu benim düşüncelerimi söyl.. Tamam yapmıyorum. Yazımızın konusu, ana kahramanı The Witcher 3. LELELEY LELE LELELEY LELE LELELEY…
Şu anda oyunun mükemmel bir aksiyonu olması, harika savaş mekaniklerinin olması, grafiklerinin mükemmel olması vs gibi konulara girmeyeceğim (yazı sonunda hepsini oyunun artıları ve eksileri olarak paylaşacağım zaten). Şimdilik biraz daha kendimce eksi olarak gördüğüm, fazla değinilmeyen şeyleri paylaşacağım. Yazımın başında eksi kısımları sayıp -aradan çıkarıp- sonlarda artı kısımları değineceğim. Oyun kötü diye bir izlenim bırakmak istemem lütfen sonuna kadar okuyunuz efendim.

1) Arkadaşlar öncelikle bir konuyu açıklığa kavuşturacağım. Oyun oynayan insanlar olarak nefret ettiğimiz ama olmadığı zaman da bir eksiklik hissettiğimiz bir mevzu var: Fall Damage. Nedir bu Fall Damage, yüksek bir yerden düştüğümüz zaman canımızın eksilmesi olayıdır. Bazı oyunlar bunun üstesinden gelir ve fall damage olayını dengeli yapar, bazı oyunlar ise oyuna fall damage koyar ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini oyuncunun yeteneğine, reflekslerine bırakır. Misal yüksek bir yerden düştüğün zaman son anda eğilme tuşuna veya bunun için atanmış bir tuşa basarsın ve fall damage yemekten kurtulursun (örn: Mirror’s Edge). Kimi oyunlar vardır bu fall damage olayını hiç beceremez. Eğer daha önce Witcher 3 oynamadıysanız; oyuna girdiğinizde yüksek bir yerden düşerken kendinize ‘’Ulan ben burdan düşünce fall damage yer miyim?’’ yahut ‘’Ulan acaba ne kadar canım gider?’’ gibi sorular sormanıza hiç gerek yok. Direkt eski save’i yükleyin. Çünkü Witcher 3’de fall damage yemek diye bir olay yok fall damage’dan ölmek diye bir olay var. Belli bir mesafeye kadar asla hasar yemiyorsunuz ama o mesafeyi geçince anında ölüyorsunuz.
2) Başka bir konuya da değinmek istiyorum: Yav bu oyunda zıplama animasyonunu kim yaptı kardeşim? Oyun rpg ögelerini o kadar güzel veriyor ki ben bu oyunu oynarken sıradan bir oyun oynuyor gibi değil kontrol ettiğim karakter benmişim gibi davranıyorum. Ama bunu bozan bir olay var ki o da zıplama animasyonu. Karakter zıplayınca havada uçuyor bildiğin. Hadi uçuyor anladım da bir de süzülerek iniyor. Tabiki bu her sıçrama 10 saniye sürüyor anlamında değil, max 2 saniye sürüyordur ama insanın gözüne çarpıyor be kardeşim. Ha hazır konu açılmışken şunu da söyleyim: Tamam bu oyun bir Assassin’s Creed değil anlıyorum tırmanayım hoplayım zıplayım olayı yok veya parkur yapmak gibi bir amacı yok oyunun ama mesela bir görev sırasında karakterin bir çıkıntıyı geçmesi gerekiyor diyelim bir yere zıplayıp orayı tutması gerekiyor ve bunu yapıyor çünkü o yer görevin içinde. Açık dünyada gezerken aynı çıkıntının yarısı yükseklikte bir yere tırmanamıyorum oyunda ve ben buna sinir oluyorum.
3) Oyunda bildiğiniz/mediğiniz gibi (DLC’ler hariç) 4 map var. Kaer Morhen, Ak Bostan, Novigrad-Velen, Skellige. Oyunun büyük bir bölümü Novigrad-Velen tarafında geçiyor. Diğer maplerde de bulunuyoruz fakat Novigrad-Velen kısmındaki kadar çok değil. Bu konu biraz öznel bir konu ama söylemeden geçemeyeceğim. Ben Skellige mapini hiç sevmedim abi. Dağa tırmanması ayrı dert, dağdan inmesi ayrı dert, mapte yolculuk yapmak zaten başlı başına bir dert. İstediğin yere gidemiyorsun çünkü sürkeli karşına dağ çıkıyor. Gideyim dağın etrafından dolanayım diyorsun karşına deniz çıkıyor. Atmosferi biraz daha iç karartıcıydı bence genelde yağmur yağıyor (kapalı havayı hiç sevmem).
4) Atın ayak izinin karda görünmediğine dair bir şey hatırlıyorum ama emin değilim bu yüzden bu konunun üzerinde fazla durmayacağım. Şayet hatırladığım gibiyse bu kalitede bir oyuna göre küçük fakat etkili bir hatadır bu.
5) At kontrolleri vasat olmasa da tam oturtulamamış bence. Dört nala at sürerken anlık duraklayabiliyor ve dönüşlerde biraz hantal kalıyor, bir tık daha atik olabilirse daha hoş olabilirmiş. Ayrıca oyunda gördüğüm her ata binebilmeyi isterdim. Tamam hikaye gereği kendi atımız var ve o bizim yoldaşımız ama oyunun başlarında gerçekten çok hoş atlar gördüm ve binmek istedim (Emin olun oyunun sonunda bahsettiğim atların yüzüne bakmıyorsunuz bile çünkü kendi atınıza eyer, heybe, savaş gözlüğü vs. takınca çok güzel görünüyor).
6) Ve (ne yazık ki) her oyunda olan saçma sapan buglar da mevcut oyunda ama çok az karşılaşıyorsunuz. Dikkatle bakmazsanız da oyunun atmosferine kapılıp görme olasılığınız çok düşük zaten.

Hazır eksi kısımları aradan çıkarmışken gelelim oyunun hakkını vermeye. İşte Witcher 3 ün artıları:
1) Şu anda oyun fiyatlarının 400 TL civarlarında olması ve önümüzdeki günlerde de bu fiyatların 600 TL’ye kadar çıkması hepimizin kalbinde bir yara açmıştır. Eğer daha önce Witcher 3 oynamadıysanız alın size bir alternatif. Witcher 3 GOTY Edition (Witcher 3 + 2 Hikaye DLC’si) indirime girdiğinde 22.5 TL’ye düşüyor. Evet 200 değil, 100 değil, 50 değil, 25 hiç değil, tam 22.5 tl. Ben bu oyun ve DLC’lerini 182 saat oynamışım yine de doymadım arkadaş. İleriki vakitlerde yeniden başlayıp bitireceğim mutlaka, şimdilik Cyberpunk 2077’yi beklemedeyim.
2) Witcher 3 dediğimiz zaman DCL’lere değinmemek olmaz. Belki bu DLC’ler için ileride ayrıca bir yazı yazabilirim çünkü hak ediyorlar. GOTY versiyonunun içinde sunulan 2 adet DLC var arkadaşlar. Hearts of Stone ve Blood and Wine. Aslında bu DLC’lere DLC demek büyük ayıp olur çünkü bunlar ayrı bir oyun lan. Düşünün bu 2 adet ek paket 1 adet oyun ediyor, Witcher 3’ün üstüne bir tane daha Witcher 3 ekliyor. Kendi adıma şunu da söyleyebilirim: Ben DLC’lerin hikayelerini ana oyunun hikayesinden daha çok beğendim.
3) Oyunun Türkçe Arayüz ve Altyazı desteğini de eklememek ayıp olur. Maselef Türkçe seslendirmeleri yok (gerçi hangi oyunda var ki) ama İngilizce seslendirmeleri çok güzel.
4) Hani artık her oyunda söylerler ya: ‘’Yaptığınız seçimler oyuna etki ediyor.’’ Diye ama aslında değişen tek şey o anlık karakterin hareketidir. Witcher 3’de öyle bir şey yok. Yaptığınız değersiz görünen en ufak seçim bile, oyunun gidişatını da geçtim sonunu etkiliyor. Oyunda verdiğiniz kararların ciddi derecede oyuna etkisi var, haberiniz olsun.
5) Karakter tasarımları harika. Karakterinizi geliştireceğiniz skill ağacı çok çeşitli. Silah, Zırh vb. item çeşitleri çok fazla. Hikaye çok güzel, bölüm tasarımları olağan üstü, düşmanların sayısı, türü gayet fazla ve tatmin edici sayıda. Her düşman için ayrı bir strateji uygulamanız gerekiyor çünkü her düşmanın ayrı bir zayıf noktası var. Gözünüz korkmasın bunu Dark Souls mantığında düşünmeyin, oyun menüsünde Yaratık Külliyatı bölümünde o ana kadar karşılaştığınız yaratıkların zayıf noktaları, hikayeleri yazıyor. Ben bu witcher atmosferine aşığım be abi.
NOT: Oyunu en zor modda oynamanızı tavsiye ederim çünkü bahsettiğim zayıf nokta yaratık külliyatı olayının gerçek anlamıyla tadına en zor moddayken varıyorsunuz.
6) Gerçekten üzerine düşünülmüş ve uğraşılmış bir açık dünya var karşımızda. Açık dünyadaki ‘’?’’ ile işaretlenmiş keşfedilmemiş yerleri gezerken bile aşırı eğlendim. Hatta ben bir 15 saat kadar bu ‘’?’’ ile işaretlenmiş yerleri gezdim desem yalan olmaz. Açık dünya oyunları genelde bir yerden sonra oyuncuyu baya, öff beee dedirtir ama Witcher 3 ‘ün açık dünyasında kesinlikle öyle bir şey yok abi. Çünkü karşınıza aniden bir görev çıkabiliyor, aniden kendinizi bir hikayenin içinde bulabiliyorsunuz, hikayenin içine girip girmemek size kalmış durumda. Oyun ille de bu karşına çıktı bunu yapacaksın diye seni zorlamıyor, ! ile işaretliyor ve istediğin zaman geri dönüp o görevi yapabiliyorsun. Ayrıca bu bahsettiğim görevler, insanların kendi içindeki konuşmalarına kulak misafiri olunca da açığa çıkıyor.
7) Oyundaki görev tasarımları ince elenip sık dokunmuş. Her bir görev sizi ayrı bir hikayenin içine sürüklüyor. Kimi görevlerde sinirleniyor, kinleniyorsunuz kimi görevlerde ise üzülüyor, kalbinizin bir parçasını oraya bırakıyorsunuz.
Kontrol ettiğimiz karakter, Geralt, hikaye gereği bir canavar avcısı. İnsanların mallarına, canlarına musallat olan canavarlar vardır ve insanlar bu canavarlardan kurtulmak için ‘’Efsunger / Witcher’’ kiralarlar. Bu efsungerler doğası gereği insanlardan daha üstün özellikleri olan canavar avcılarıdır ve para karşılığı canavar avlarlar. Oyun bu noktayı canlı tutmak için oyuna ‘’Efsunger Kontratları’’ adlı görevler silsilesi eklemiş. Lakin bu görevlerin mantığının Anlaşma yap – Canavar öldür – Ödülünü Al şeklinde olması gerekirken yapımcılar bir de her bir göreve bir hikaye eklemişler. Kardeşim neden çıtayı arşa çıkarıyorsunuz ya! Ben witcher 3 ü bitirdikten sonra 1 hafta kadar başka hiçbir oyun oynayamadım, hiçbir oyunun tadı Witcher 3 gibi değildi. Ben Witcher 3’de hiçbir görevi yaparken bıkkınlık, sıkılmışlık hissetmedim.
8) Ne kadar başlarda alışamamış olsam bile oyunun savaş mekanikleri çok başarılı gerçekten. Üç farklı Dodge seçeneği, iki farklı (yetenek ağacıyla 4 adet) saldırı seçeneği, 5 farklı büyü seçeneğiyle beraber ölüm efektleri ve animasyonları işin içine girince gerçekten çok başarılı bir savaş mekaniği var oyunda.
9) Oyunun grafikleri, müzikleri, atmosferi çok harika. Sanki oyun oynuyor gibi değil de bir sanat eserini canlandırıyor gibi hissediyorum.
10) Oyunun hikayesinin dışında hikaye anlatımı da iyiydi. Kamera açıları vs. gibi önemsiz görünen ama hikaye anlatımını derinden etkileyen unsurlar Witcher 3 ‘de çok güzel işlenmiş durumda.
11) Daha önce oyundaki bir hatayı (bug) sevmiş miydiniz? Ben sevdim. Yüksek bir dağdan falan inerken atımızın (Roach) kafası yerin içine giriyor ve ayakları tepeye kalkıyor. Kafası sürüne sürüne aşağı kadar iniyor. Tamam bu olmaması gereken bir hata ama çok komik gözüküyor be abi, iyi ki oyunda böyle bir hata var.
12) Gelelim oyuncuları 2’ye ayıran konuya: Gwent. İlk olarak belirtmek istiyorum ben Gwent oynamaya bayılıyorum. Oyunun içine serpiştirilmiş bir kart oyunu bu. Tüccarlarla, hancılarla, oyundaki karakterinizin arkadaşlarıyla bu oyunu oynayabiliyorsunuz. Kazandığınız oyunlarda da bir Gwent kartı kazanıp destenizi geliştirebiliyorsunuz. Ana oyunda 4 çeşit, Blood and Wine DLC’sinde de 5 çeşit kart destesi mevcut. Ayrıca Gwent Görevleri oluyor ki ben bu noktada Gwent sevmeyen oyunculara bir miktar üzülüyorum. Mesela Gwent turnuvası görevi oluyor ve Gwent sevmeyen oyuncu yanaşmıyor bile göreve. Halbuki her bir görevinde ayrı bir hikaye olan, hiçbir görevi birbiriyle aynı olmayan veya hiçbir görevi oyunu uzatmak için konulmuş sıradan görevler olmayan bu oyunda, Gwent görevine gidip kart oynayıp geri döneceğini nasıl düşünebilirsin EY oyuncu. Yeni oynayacak arkadaşlara Gwent’e alışmasını tavsiye ederim. Tamam biraz zor alışılıyor ama gerçekten çok zevkli.
Bu arada Gwent seven arkadaşlara da burdan bir haber vereyim. CD Project Red, ‘’GWENT: The Witcher Card Game’’ adında bir bir oyun yapmış. Nedir ne değildir açıp bakmadım ama tahminim online bir Gwent oyunu olduğu yönünde. Bu da buradan Gwent severlere sevindirici bir haber olarak gelsin.
Yazımızın sonuna doğru geliyoruz arkadaşlar. Biliyorum beni çok sevdiniz sürekli beni okumak istiyorsunuz lakin her güzel şeyin olduğu gibi bunun da bir sonu var. Neyse en azından bu sefer mutlu sonla bitti. 😊
Son olarak bir de puanlama yapıyorum ve size buradan elveda diyorum. Okuyun efendim, kitap okuyun, dergi okuyun, makale okuyun, bir de bizi okuyun. Okuyan adam lazım bize, bu ülkeye.

Hikaye: 9/10
Hikaye Anlatımı: 8/10
Grafikler: 9/10
Oynanış: 8/10
Atmosfer: 9/10
Bölüm Tasarımları: 10/10
Olmak üzere ortalaması: 8,9 / 10
Alperen ”FurleS” Aydın

Yorum bırakın